Süryaniler kimdir?
SÜRYANİ TARİHİ
VE KÜLTÜRÜNE GENEL BİR BAKIŞ
Kökenleri iki nehir diyarı Mezopotamya’nın
(Bethnahrin) eski halklarına dayanan Süryaniler, tarih boyunca Anadolu’da,
Suriye’de ve Irak’ta bir kısmı hala ayakta olan çok sayıda tarihi eser ve değerli bir kültür mirası bırakmıştır.
Millattan önceki dönemlere ait saray, anıt ve eserler, Hristiyanlığın ilk çağlarına ait 1600 yıllık kilise ve manastırlar,
1500 yıl önce yazılan ve hala mevcut olan dinsel ve edebi yazı ve metinler,
otantik bir kültür ve antik bir dil, bu kültür mirasının tanıklarıdır.
Yüzyıllar boyunca, Anadolu’nun doğu ve güneydoğu yörelerinde, Suriye’nin kuzeyinde, Irak’ta ve
Lübnan’da yerleşik olarak yaşayan bu halk, bügun dünyanın dört bir yanına dağılmış durumdadır. Son yüzyılda Süryaniler’in sayısı
birkaç bin yıldır yaşadıkları bu topraklarda azaldıkça azaldı.
Süryaniler 1900’lü yılların başından itibaren ilkin Ortadoğu ülkelerine ve daha sonra Amerika’ya, 1960’lı yıllardan
sonra ise Avrupa, Amerika ve Avusturalya kıtalarına göç etmek zorunda kaldılar.
Bugün Türkiye’de yaşayan Süryaniler’in sayısı ancak 15 bin kişidir. Bu nüfusun yaklaşık üç bini Turabdin yöresinde (Mardin-Midyat ve
civarı), diğer kısmı ise İstanbul’da
yaşıyor. Son 30-40 yılda Türkiye’den Avrupa ve Amerika’ya göç
eden Süryaniler’in sayısı 50 binin üzerinde.
Genel hatlarıyla Süryaniler’i konu alan bu yazı,
Süryaniler’in kökeni, Milattan önceki ve sonraki uygarlıkları, Süryani dili ve
edebiyatı ve Süryani kilisesi gibi konuları kısa arabaşlıklar halinde ele alıyor. Üç bin yıllık bir tarihi birkaç
sayfada vermeye çalışmak, bu süre zarfında Süryani tarihinde önemli
rolü olmuş birçok olgu ve ayrıntının bu yazının dışında bırakılmasını kaçınılmaz kılıyor.
Süryanilerin kökeni
Süryanilerin kökeni, Mezopotamya’nın en eski tarihsel
dönemlerine kadar iner. Sami kökenli olan bu halk, tarih süreci içerisinde
birbiriyle kaynaşmış ve karışmış Mezopotamya’nın eski halklarının devamıdır.
Bugün Mezopotamya’da yapılan arkeoloji ve tarih araştırmaları sonucunda elde edilen bulgular, belgeler, yazılar,
tarihsel olaylar ile bu halkın sahip olduğu mevcut kültürel, dilsel, dinsel ve geleneksel
olgular, Süryaniler’in kökeninin, tarih boyunca birbirine çok yakın ve benzer
uygarlıklar kurmuş ve akraba halklar olan Mezopotamya’nın eski
halkları olan Akad, Asur, Babil, Kalde ve Aramiler’e dayandığını göstermektedir.[1]
Milattan önceki uygarlıkları
Mezopotamya’da M.Ö. iki bin yıllık süre
zarfında, başta Akadlar olmak üzere, daha sonra Asurlar,
Babilliler, Kaldeliler (Keldaniler) ve Aramiler kültürel bağlamda birbirine çok benzer uygarlıklar kurdular. Bu halkların
tümü aynı kökenden, Sami ırkından, geldiği için birbirine çok yakın uygarlıklara
sahiptiler. Bundan dolayı, birbirlerinin kültürel mirasına çabuk ve kolay
konabiliyor ve devam ettiriyorlardı.
Uygarlıkları boyunca, Ortadoğu’da inşa ettikleri dünyanın ilk anıtsal kuleleri olan
ziguratlar, Tevrat’ta geçen Babil Kulesi, muazzam saray ve tapınaklar (İştar tapınağı) ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan eşsiz Babil Asma Bahçeleri, Asur İmparatorluğu döneminden kalma Ninova (Ninve), Asur, Nimrut (Kalah),
Babil, Horşabad gibi antik kentler, Aramiler’den kalma
Petra ve Tadmor (Palmyra) kentleri ve diğer antik kalıntılar, Mezopotamyalılar’ın sanat
ve mimarlık alanındaki ustalığını gözler önüne sermektedir.
Yazıyı icat ederek insanlığın gelişmesine büyük hizmetleri dokunan Sümerler’den
sonra ayni coğrafyaya konan ve Sümer kültür mirasını geliştiren önce Akadlar sonrasında ise Asur ve Babilliler, hukuk
alanında da ilk düzenlemeleri yapmış ve bu konuda dünyaya öncü olmuşlardır. Tarihte ilk kanun koyucu kral, Lagaş (Mezopotamya’da site devleti) kralı Urukagina’dır (M.Ö.
2375). Daha sonra Babil kralı Hammurabi (M.Ö. 2100-2050), döneminin kanunlarını
toplayarak kendi geliştirdiği kanunlarla birlikte bunları kil tabletler
üzerine yazdırmış ve tarihte Hammurabi Kanunları olarak bilinen
kanunların günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.
Dünyada oluşturulan
ilk kitaplıklardan biri Asur kralı Asurbanibal (M.Ö. 668-627) tarafından
Ninova’da kurulmuştur. Bu kitaplıktan günümüze kalan yaklaşık 20 bin tablet, British Museum’da sergilenmektedir.
Tabletlerdeki yazıların içeriği, insan, hayvan, bitki özellikleri ve davranışları; güneş, ay, gezegen ve yıldızların hareketlerine
dayanan fal metinleri; Sümerce, Akadça ve başka dillerde sözlükler; masal, atasözleri, büyü,
dua ve ayin metinleridir. Bu kitaplık, Yaradılış,
Gılgameş, Irra, Etena ve Anzu gibi geleneksel Mezopotamya
destanlarının günümüze kadar ulaşmasında büyük bir rol oynamıştır.[2]
Süryaniler’in Hristiyanlığa geçişleri ve Milattan sonraki uygarlıkları
M.Ö. 6.yüzyıldan başlayarak Babilliler, Kaldeliler ve Aramiler büyük ölçüde kaynaştılar ve ayırt edilemez oldular.[3] Milat’tan önceki son
birkaç yüzyıla gelindiğinde de yukarı Mezopotamya’daki Asuri, Kaldeli
ve Aramiler kaynaşmış, ortak geçmişe
ve kültüre sahip oldukları için ortak gelecek umutları olan bir halk haline
geldiler.[4]
Hristiyanlık, Yakındoğu’da yayılmaya başladığı zaman, birbirine yakın kültür ve dillere
sahip olan yukarı Mezopotamya halkları, bu yeni dinin müjdesini, Hristiyanlığı, daha Milad’ın ilk yüzyıllarında benimsemeye başladı.[5] 300’lü yılların başından
itibaren Hristiyanlık, Süryaniler’in yaşadığı coğrafyada oldukça yaygın bir din oldu.
Bu halklar, sahip oldukları kendi Mezopotamya
kültürlerinin yanısıra, M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren bölgeye yayılan Helenistik
(antik Yunan) kültürü de özümseyerek, Hristiyanlık din ve felsefesini eski
kültürleriyle yoğurarak, giderek dinsel ağırlık taşıyan bir uygarlık kurdular. Hristiyanlıkla
birlikte yoğrulan ve tamamen kaynaşmış Mezopotamya halkları, bundan sonraki
dönemlerde, tarih ve uygarlık sahnesinde daha çok Süryani (Suryoye, Suroye)
adıyla bilinmeye başladılar.
Süryaniler, Hristiyanlığa geçtikten sonra, daha çok dinsel ağırlıklı bir kültür ve uygarlık yarattılar. Süryani Uygarlığı’nın “altın çağları” 4. ve 7. yüzyılları arasında, bir bölümü
günümüze kadar ayakta kalabilen çok sayıda güzel manastırlar (Mor Gabriel,
Deyrulzafaran, Salah’taki Mor Yakup, Musul yakınlarındakı Mor Matay
manastırları gibi), kiliseler ve okullar (Antakya, Urfa, Nsibin ve Kenneşrin okulları gibi) kurdular. Bunun yanısıra çoğu dinsel motifi olan dil, kültür ve edebiyat alanında da çeşitli ve değerli eserler verdiler. Bu yazılı eserlerin
birçoğu bugün hala ya Süryani müesseselerinde ya da Avrupa’nın
büyük müzelerinde veya üniversite kütüphanelerinde mevcuttur.
20. yüzyılda yetişen Süryani aydınlarından biri olan Süryani Patriği Afrem Barsaum (ö. 1957), Saçılmış İnciler adlı kitabında bu konuyla ilgili şunları yazıyor: “Yunan kültürü hikmet ile, Arap kültürü de
belagat (retorik) ile itibar kazanmışsa, Süryani kültürü de dinde ileri gitmekle
itibar kazanmıştır”.[6] Süryani Uygarlığı’nın altın çağları döneminde kurulan okullarda, özellikle
Urhoy (Eddesa) (bugünkü Urfa) okulunda, antik Yunan bilim ve felsefe
kitaplarının çoğu Süryanice’ye ve Süryanice’den de Arapça’ya
çevrilmiş ve Ortaçağ boyunca Arap-İslam
dünyasının aydınlanması hususunda büyük rolü olmuştur.[7]
Bu bağlamda Süryaniler, Batı ve Doğu
kültürü arasında köprü görevini görmüşlerdir.
Süryani adı üzerine
Süryani sözcüğünün Süryanice’deki karşılığı, yazı dilinde Suryoyo (çoğul hali Suryoye) ve halk dilinde ise Suroyo’dur (çoğul hali Suroye). Suroyo/Suryoyo sözcüğünün nerden geldiği konusuyla ilgili farklı tezler vardır. Yaygın
bir tez, Suroyo/Suryoyo (Süryani) adının Asur (Othur/Athur/Aşur/Asur) adından türediğini, bir başka tez de bu adın Suriya/Suroyo
(Suriye/Suriyeli) adından geldiğini ve bir diğer
tez de bunun Arami kralı Suros’tan geldiğini ileri sürmektedir.
Kilise ataları, yazı ve eserlerinde
Süryaniler’in kökeninin daha çok Aramiler’e dayandığını yazmaktadır. Bu görüşün kilise içinde cok yaygın olmasının en güçlü
sebeplerinden biri de Süryaniler’in kullandığı dilin yani Süryanice’nin, Aramca’nın bir kolu
olmasından dolayıdır. Ancak 1900’lü yılların başından
itibaren kıpırdanmaya başlanan aydınlanma ve milliyetçilik hareketiyle
birlikte, Süryaniler’in köken olarak Asuri, Keldani ve Aramiler’e dayandığı fikri birçok aydın, yazar ve lider tarafından savunulmaya
başlandı. Buna birkaç örnek vermek gerekirse:
Süryani Patriği Mor İğnatios Yakub III. (1912-1980), Maktbonutho d’İto Suryoyto d’Antiukh (Antakya Süryani Kilisesi Tarihi) adlı
kitabının Önsöz’ünde, “…köken olarak Süryani kilisesinin ataları, Asuriler ve
Aramiler’dir…” diye yazıyor.[8] Mardin Episkoposu Mor Filoksinos Yuhanna
Dolabani de birçok şiir ve yazısında kaleme aldığı gibi, Abrohom Gabriel Sawme’nin Mardutho d’Suryoye (Süryani
Kültürü) adlı kitab serisi için 1955’te yazdığı
Önsöz’de de, “…Süryani boylarının bütün o adlandırmaları, kadim ve eski aynı
etnik kökene dayanır. Öyleyse ayrılıkçılık gerçek değildir…” diyor.[9] 1900’lü yılların büyük aydınları arasında
sayılan Diyarbakırlı Naum Faik ve Abdulmesih Karabaşi olmak üzere birçok aydın, yazar ve öğretmen bu görüşten yanadır.
Süryani dili
Süryanice, M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllardan başlayarak, İsa Mesih’in doğumundan
sonraki birkaç yüzyıla kadar tüm Ortadoğu’da yaygın bir şekilde
kullanılan Aramca’nın bir koludur. Aramca, genel anlamda Yukarı Mezopotamya’da
(Urfa, Mardin, Turabdin, Urmiye, Ninova...), Antakya ve Halep civarında,
Yahudiye ve Filistin diyarlarında hem yazı, hem konuşma dili olarak kullanılıyordu. Milad sıralarında Yahudiye’de
halklar, bu dili konuştuğu için, İsa Mesih vaazlarını bu dille yapıyordu. Hatta,
Kutsal Kitap’ın Eski Ahit kısmında, Daniel ve Ezra kitaplarının bazı bölümleri
ve bazı araştırmacılara göre de Eyüp ve Vaiz kitapları da
bu dille yazıldı.[10]
Günümüzde Süryanice’nin doğu ve batı olmak üzere iki kolu vardır. Batı Süryaniler
(Süryani Ortodoks, Süryani Katolik ve Maruniler) Batı Süryanice lehçesi ve yazı
stilini, Doğu Süryaniler de (Doğu Asur Kilisesi ve Keldaniler) Doğu Süryanice lehçesi ve yazı stilini kullanıyorlar. Harf
adları açısından aynı alfabe fakat farklı harf stili kullanan bu iki lehçe
arasında birtakım telafuz farklılıkları da mevcuttur. Doğu ve Batı yazı karakterlerinden önce, Süryaniler, Milad’ın
ilk yüzyıllarından 12. ve 13.yüzyıllara kadar, “Estrangeloyo” denilen ortak
harf stilini kullanıyorlardı. Bugün dahi, kitap adı ve konu başlıkları yazılırken Estrangeloyo harflerini kullanan yazar ve
hattatlara rastlamak mümkün.
Bunun yanısıra halk arasında yaygın olarak konuşulan lehçe ve ağızlar da mevcuttur. Günlük yaşamda konuşulan bu lehçeler, yazı dilinden yer yer epey
farklılıklar gösterir. Turabdin’li Süryaniler günlük hayatta “Turoyo” (Surayt)
lehçesini konuşuyor. Doğu Süryaniler de (Asuriler ve Keldaniler)
“Svadaya” (Surit) veya “Daşta” gibi lehçeler kullanıyor. Hatta son
yüzyılldır Irak’taki Asuriler konuştukları lehçeyi olduğu gibi yazıp, bunu yazı dili olarak da kullanmaya başladılar.
Süryani kültürü ve edebiyatı
Süryaniler, M.S. 2.yüzyıldan başlayarak 12.yüzyıla kadar zengin bir kültür ve edebiyat geliştirdi. Ancak Arapların Ortadoğu
bölgesine egemen olmasıyla birlikte Arapça’nın kullanımı giderek arttı ve buna
paralel olarak Süryanice’nin etkisi de azaldı. Süryaniler özellikle “altın çağlar” olarak bilinen 4. ve 7. yüzyılları arasında; teoloji,
kilise kanunları, medeni hukuk, dinsel törenlerde ayin usulleri (liturji),
kilise müziği, kutsal kitap tefsirleri, dilbilgisi, şiir, mantık, felsefe, tabii bilimler, matematik, geometri,
astronomi, tıp ve tarih alanında çok sayıda eserler vermiş[11] ve asılları kaybolmuş birçok Yunanca eserin çevirisini yapmışlardır. Aşağıda sıralayacağımız
ünlü Süryani edebiyatçı ve yazarların eserlerinin çoğu, Süryani hattatlığı sayesinde günümüze kadar gelebilmiştir.
Ünlü Süryani edebiyatçı ve yazarları [12]
Bardayson (154-222): İlk Süryanice ilahileri yazan Urfalı Bardayson, felsefe,
astronomi ve tarih konularında eserler vermiştir. Günümüze çok az eseri gelebilmiş, bunların en önemlisi Nomuse d’Athravotho (Memleketlerin
Kanunları) adlı eseridir.
Mor Afrem (303/306?-373) : “Süryanilerin Güneşi” sıfatıyla bilinen Nsibinli (Nusaybinli) Mor Afrem, Süryani
edebiyatına eşine az rastlanır ilahi ve şiirler kazandırmıştır. Nsibin ve Urfa okullarının öğretmenlerinden olan Mor Afrem, “mimre” (vezinli şiir) ve “madroşe” (koro tarafından söylenen ilahi-şiir) olarak, yaklaşık üç milyon şiir
cümlesiyle Süryani Kilisesinin müzik, dua ve ilahi alanında kendi geleneğini bugüne kadar sürdürmesini sağlamıştır. Bugün Süryani kiliselerinde terennüm
edilen dua ve ilahilerin çoğu ona aittir. Onun için Süryaniler arasında
“Büyük Öğretmen”,”Ruhsal Gitar” ve “Kilise Sütunu” sıfatları ile de
bilinmektedir.[13]
Suruçlu Mor Yakub (451-512) : Urfa okulunda yetişen Mor Yakub, 760 vezinli şiir yazmıştır. Tevrat’taki peygamber kitaplarını şiirsel bir tarzda tefsir etmiştir.
Ayrıca, hayat hikayesinde, 70 yazıcının şiirlerini kaydetmekte zorlandığı yazılıdır.
Mor Narsay (399-512) : Nasturi ekolunun
savunucusu ve Nsibin okulunun öğretmenlerinden olan Narsay, kilise sırlarının
tefsiri, ayin kitabı (liturji), didaktik yazılar ve 360 uzun vezinli şiir yazmıştır.
Antun Ritor (?-850) : 9. yüzyılda Tagrit’te doğan ünlü Süryani şair ve alimi, özellikle belagat, hitabet,
teoloji ve dilbilgisi konularında eserler vermiştir.
Söz bilimi, edebiyat sanatı, sevgi, eleştiri ve övgü konularını işleyen 400 sayfalık İda’to da’Rhitrutho (Belagat Bilgisi) kitabı ve
ölüm, kader, zenginlik ve fakirlik temalarını işleyen
Btilutho Alohoyto (Tanrısal Lütuf!) adlı eserinin yanısıra, birçok şiir ve ilahi yazmıştır.
Mihael Rabo (1126-1199) : Süryani patriği ve Malatya (Militini) doğumlu Mor Mihael’in (Büyük Mihael) en önemli
eseri 21 ciltten oluşan Maktbonuth Zabne (Dünyanın Kronolojik
Tarihi) adlı tarih kitabıdır. İnsanlığın yaradılışından kendi yaşadığı güne kadarki insanlık tarihini kaleme almıştır. O çağlarda ileri sayılabilecek bir tarih anlayışıyla eserini yazmıştır. Kitabın her sayfasını üç kolona ayırmış; birinci kolonda dinsel, ikinci kolonda siyasal, üçüncü
kolonda ise güncel olayları anlatır.
Bar Hebreus (Bar Ebroyo ya da Abulfarac
1226-1286) : Klasik anlamda bilimin her dalında eserler vermekle ünlü Malatya
doğumlu Bar Hebreus, teoloji, şiir, dilbilgisi, kilise hukuku, medeni hukuk, matematik,
geometri, astronomi, tarih ve mizah konularında kitapları ve Yunanca’dan
Süryanice’ye felsefe, mantık ve tıp alanında çevirileri vardır. En önemli eseri
ise Maktbonuth Zabne (Dünyanın Kronolojik Tarihi) adlı tarih kitabıdır. İnsanlığın yaradılışından başlayarak yaşadığı döneme kadar, dünyanın dinsel ve siyasal
olaylarını ve insanlığın tarihini yazmıştır.
Abdyeşu d’Subo (?-1318) : Nusaybin doğumlu Mor Abdyeşu, Fardayso d’Aden (Aden Bahçesi) adlı eserinde
50 tane vezinli vaazı bir araya getirmiştir. Dil ve şiir ustası Mor Abdyeşu’un en dikkat çeken şiirlerinden biri de ustaca kaleme aldığı, hem sağdan hem soldan aynı telafuzla okunabilen ve
aynı anlamı veren palindrom türündeki dizeleridir.
Bunların yanısıra, Mor Yakub Afrahat (340)
teoloji, Mifarkinli (Silvan) Mor Maruthe (421) tıp ve dilbilgisi, Rişaynolu (Rasulayn) Sergius (636) felsefe ve tıp, Severius
Sabukht (667) felsefe, astronomi ve matematik, Urfalı Mor Yakub (708) teoloji
ve felsefe, Telmahreli Diyonosios (845) teolojı ve tarih, Mor Muşe Bar Kifo (903) teoloji, mantık ve tarih, Mor Yakub Bar
Salibi (1171) teoloji ve kutsal kitap tefsiri alanında çeşitli eserler vermişlerdir.
Süryani dili ve uygarlığı bir anlamda Arap-İslam Uygarlığı’nın gelişmesinde çok önemli bir köprü rolu oynadı. Ancak
Arap-İslam Uygarlığı’nın tüm Ortadoğu’da
egemen olmasından sonra da Süryani kültürü ve edebiyatı giderek küçülmeye başladı ve etki alanı daralan bir duruma düştü.
19. yüzyılda edebiyat ve aydınlanma alanında
yeni kıpırdanmalar başladı. Ancak ne var ki, Birinci Dünya Savaşı akabinde yaşanan zorluklar, katliam, sefalet ve göç yılları
ve Yakındoğu’daki yeni yapılanmalar; Süryaniler’in Ortadoğu’da dağılmalarına ve uzak memleketlere göç etmelerine
neden oldu ve böylece yeni başlayan kültürel aydınlanma da sekteye uğradı.
Bu son dönem aydınları arasında, Tuma Odo
(Keldani Kilisesi Urmiya Episkoposu, 1855-1918) bugün elimizde var olan en geniş Süryanice-Süryanice sözlük ve Yakub Avgin Manna da (Keldani
Kilisesi Van Episkoposu, 1867-1929) Süryanice-Arapça sözlük üreten iki önemli
dil ve edebiyat adamı olarak ortaya çıktı. Süryani Patriği Mor İgnatius Afrem Barsaum da (1887-1957) Berule
Bdire (Saçılmış İnciler) adlı eserinde, Süryani dil, edebiyat ve
kültürünün tarihini yazmış ve dil, din ve edebiyat gibi alanlarda eser
veren yazarlar ile bunların ürettiği eserler konusunda önemli bilgiler derlemiştir. Diyarbakırlı Naum Faik (1868-1930) dilbilgisi ve şiirin yanısıra basın alanında da çok çaba sarfetmiştir. 1910 yılında, Kavkab Madenho (Doğunun Yıldızı) adlı dergiyi Diyarbakır’da Süryanice, Türkçe,
Arapça ve İngilizce dillerinde çıkarmaya başladı. Daha sonra Bethnahrin (Mezopotamya) ve Huyodo (Birlik)
dergilerini yıllarca Amerika’da çıkardı. Mor Yuhanna Dolabani (1885-1969)
dilbilgisi, şiir, teoloji ve tarih alanında ve bir kısmı
çeviri olmak üzere 70’e yakın esere imza attı ve bunların yaklaşık 50 tanesi basıldı.[14] Basın alanında da kayda değer çalışmaları olan Dolabani, önceleri Kudüs’te, daha
sonra ise Mardin’de kapatılıncaya dek Hekmtho (Hikmet) dergisini yıllarca
çıkardı. Abdulmesih Karabaşi da (1903-1988) çeviri, roman ve özellikle
dilbilgisi alanında eserler vermiştir.
Süryani kilisesi [15]
Hristiyanlık daha Milad’ın ilk yüzyılında
Suriye’de, Anadolu’da ve Mezopotamya’da yayılmaya başladı. Yahudiler’den sonra Hristiyanlığı kabul eden ilk halklardan biri de Süryaniler’dir. Antakya
ve Urfa’da kurulan kiliseler, tarihte kurulan ilk kiliseler arasındadır. Üçüncü
yüzyıldan başlayarak Hristiyanlık, Antakya, Urfa, Mardin,
Nüsaybin (Nsibin) ve Turabdin yöresi (Mardin-Midyat civarı) olmak üzere
Süryaniler’in yaşadığı bircok yöreye ulaştı. Bu yörelerde özellikle Turabdin’de 4., 5. ve 6.
yüzyıllarda kurulmuş kilise ve manastırların bir kısmı bugün hala
ayaktadır.
Hristiyanlığın
Kudüs’ten sonraki ilk önemli merkezi ve Süryaniler’in ilk kilise merkezi
Antakya’dır. Antakya’daki inanlı topluluğunun ve kilisenin kurulmasında İsa Mesih’in on iki havarisinin başı sayılan Simon Petrus ve Pavlus’un çalışmaları önemli bir yer almaktadır. Süryani patriklerinin halen
kullandıkları “Antakya Süryani Patrikliği” ünvanını Antakya’da kurulan bu ilk kiliseden
gelmektedir. Hristiyanlığın ilk döneminde Antakya Kilisesi o dönemin
kilise merkezleri olan Roma, İskenderiye ve İstanbul
gibi çok önemli bir yere sahipti.
Antakya kilisesi, 5. yüzyıla kadar Süryani
halkını kucaklayan yegane kilise ve patriklik kurumu idi. Ancak 5. yüzyılın
ortalarından itibaren, teolojik ihtilaflar ve diğer anlaşmazlıklar sonucunda kilisede bazı ayrılıklar baş gösterdi ve parçalanmalar oldu.
İlk ayrılık 431 yılında toplanan Efes’teki kilise konsilinden
sonra yaşandı. O yıllarda patrik Nastur yeni bir öğreti ortaya attı ve kilise liderleri tarafından dışlandı. Nastur’un öğretisini benimseyen inanlılar o tarihten
itibaren Nasturi adıyla çağrıldı. Daha sonra 451 yılında toplanan
Khalkedon (Kadıköy) konsilini, Antakya kilisesi tanımadı. Ancak bir kısım
Süryaniler bu konsilin ve Bizans kralının kararlarını kabul etti ve onlara kral
yandaşı anlamına gelen “Malkoye” (Melkit) adı verildi. Bu konsilin
ve imparatorun kararlarına boyun eğmeyen Süryaniler’e de, daha sonraki
yüzyıllarda, episkopos Mor Yakub Burd’ono (544?) adına atfen, “Yakubi”
adlandırması verildi.
7. yüzyılda Lübnan’da Maruni Kilisesi kuruldu ve
13. yüzyılda Roma Papalığına bağlandı. 15. yüzyılda Nasturiler’den ayrılıp
katolik mezhebini benimseyen Doğu Süryanileri de Keldani Kilisesini kurdu. 17.
yüzyılda Süryani Ortodoks Kilisesi’nden ayrılıp katolikliğe geçen bir kısım Süryani de Süryani Katolik Kilisesi’ni
kurdu. 19. yüzyıl sonlarında da batılı misyonerlerin çabaları sonucu, bazı
Süryaniler protestanlığa geçti ve yer yer Süryani Protestan
toplulukları oluştu.
Dünyada Süryani halkı bugün inanç olarak Antakya
kilisesi geleneğinden gelen birçok kiliseye bölünmüştür. Son yıllarda az da olsa bu kiliselerin bir kısmı
arasında diyalog ve ittifak görüşmeleri yapılmaktadır. Süryani kökenli kabul
edilen ve Antakya kilise geleneğinden gelen bu kiliseler şunlardır: Süryani Ortodoks Kilisesi (Yakubi!), Doğu Asur Kilisesi (Nasturi!), Maruni Kilisesi, Keldani
Kilisesi, Suriye ve Lübnan’da Rum Ortodoks ve Rum Katolik adıyla bilinen
(Melkit!) Kiliseleri, Süryani Katolik Kilisesi ve Süryani Protestan
toplulukları...
Sonuç
Kökenleri eski Mezopotamya halkına dayanan
Süryaniler, Mezopotamya’nın ve Yakındoğu’nun
en eski yerleşik halklarından biridir. Nereden bakılırsa, bu topraklarda
en azından üç bin yıllık bir geşmişi olan bu halk, tarih boyunca Anadolu’da,
Suriye’de ve Irak’ta, bir kısmı hala ayakta olan çok sayıda tarihi eser ve değerli bir kültür mirası bırakmıştır.
Tarihi çağlardan kalma anıt, yazıt ve eserler, Hristiyanlığın ilk dönemlerinden kalma kiliseler ve manastırlar ve bu
halkın sahip olduğu eski dil ve kültür; bu topraklarda hem tarihi
hem kültürel hem de beşeri bir zenginliktir. Bu kültürel zenginliğe Turabdin yöresinde hala ayakta duran kilise ve manastırlar
örnek verilebilir. 1600 yıllık geçmişe sahip, Mardin yakınlarındaki Deyrulzafaran
Manastırı ve Midyat yakınlarındaki Mor Gabriel Manastırı, dünyanın en eski ve
hala faal olan manastırları arasında yer alıyor. Ancak ne var ki, diğer yörelerde bu antik kilise, manastır ve eserlerin çoğu tarihi süreçte tahrib edildi veya yokoldu.
Son yüzyılda Süryaniler, yüzyıllar boyunca yaşadıkları topraklarda azaldıkça azaldı. Süryaniler’in kendi
tarihi yerleşim yörelerinden azalmasının en önemli
sebeplerinden biri de, Birinci Dünya Savaşı sırasında 1914-15 yıllarında yaşanan katliam (seyfo), yokluk, sefalet ve göç yıllarıdır. Diğer önemli bir sebep de 1960’lı yıllarda başlayan ve 1990’lı yılların başına
kadar devam eden Avrupa ülkelerine ve diğer ülkelere olan göçtür. Bugün Türkiye’de yaklaşık 15 bin civarında Süryani kaldı. Zor şartlardan ve bölgede yaşanan ağır sorunlardan ve baskılardan dolayı son
dönemlerde, özellikle Irak olmak üzere, Suriye ve Lübnan’daki Süryaniler’in de
sayısı gün gittikçe azalıyor ve Avrupa’nın yolunu tutuyor. Bugün çoğunluğu Almanya ve İsveç’te
olmak üzere Avrupa ülkelerinde, Türkiye’den ve diğer
Ortadoğu ülkelerinden göç eden 200 bine yakın Süryani yaşıyor.
Süryaniler’in Yakındoğu’da varlıklarını koruyabilmeleri, sürdürebilmeleri ve bu ülkelerde
kendi sosyal, dinsel, dilsel, kültürel ve ekonomik gelişmelerini yaşayabilmeleri, bu ülkelerde yaşanacak olan demokratik, beşeri ve hukuki açılımlara ve iyileştirmelere bağlıdır.
Simon Taştekin
Çello
KAYNAKÇA
[1].Yakub Bilge, Süryanilerin Kökeni ve
Türkiyeli Süryaniler, 1991, İstanbul, s.35-37
[2].Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi,
Cilt II, 1986-87, İstanbul, s.422
[3].Ana Britannica, a.g.e, s.231
[4].Yakup Bilge, a.g.e, s.46
[5].Yakup Bilge, a.g.e, s.46
[6].İgnatius Afrem Barsaum, Berule Bdire (Saçılmış İnciler), 1967, Süryanice, Kamişli, s.18
[7].Yakup Bilge, a.g.e, s.59
[8].Severius Yakub (daha sonra patrik),
Maktbonutho d’İto Suryoyto d’Antiukh (Antakya Süryani Kilisesi
Tarihi), Cilt I,1953, Arapça, Beyrut, s.11
[9].Abrohom Gabriel Sawme, Mardutho d’Suryoye
(Süryani Kültürü), Cilt I, 1967, Buenos Aires, s.5
[10].Sebastian Brock, David Taylor, The Hidden
Pearl, Vol. I, The Ancient Aramaic Heritage, 2001, Roma, s. 166
[11].İgnatius Afrem Barsaum, a.g.e, s.17
[12].İgnatius Afrem Barsaum, a.g.e, s.250-519 (2.
baptan derleme)
[13].Y. Evgin Manna, Marge Fıgyonoye 1901,
Süryanice, Musul, s.34-35
[14].Heto Süryani Edebiyat Dergisi, Süryani
Metropoliti ve Alimi Filuksinos Dolabani adlı makale, Yıl 1, Sayı 2, Ağustos 1999, Isveç.
[15].R Evgin Kaplan, Elçilerin Göbeği Antakya Kilisesi, 1982, Mor Gabriel Manastırı (basılmamış), s.14-22
Tümünü Görüntüle